İnsan eskir, paslanır , çürür ;tıpkı eşya gibi. Makineleşmiş insan ya da insanlaşmış makine çağın metaforu. Miadını doldurmuş bir fotoğraf makinesi.Fransızların dediği gibi ‘demode’.Yıllardır bu çatı katında yaşıyor, yıllardır bu çatı katında ölüyor. Yaşanmışlıkların kodlarını taşıyan diğerleriyle birlikte.Bazı insanlar anılarını öldürmeyi sever. Bunun için asri mezarlıklar kurarlar evlerinin bir köşesine. Böyle yerlerde kemirgenler yaşanmışlıkla beslenir. Onun asli görevi anı dondurmaktı.Işığa sevdalıydı o. En son ne zaman dans etmişlerdi Pera’ da? Peraye Hanım ‘ın balodaki gülümseyişi miydi son ölümsüzleştirdiği? Şarkı yarışmasındaki ‘Aman petrol ‘ şarkısı kadar ilginç zamanlardı.Belki aşık bile olmuştu Harley kuyruklu yıldızının altında.Obur bir ölü yiyici gibi zamanı tüketir eşya.Capcanlı yaşanmışlıkları içinde taşırken alelade bir eşya olamazdı fotoğraf makinesi. Yaşamak doğurur o her dem. Yıllanmış yalnızlığında insanoğlunun yeni çağını merak eder dururdu. Milenyum dedikleri neye benziyordu? Gümüş renkli bir şey olsa gerek. Fotoğraf sanatına değer veren evin entelektüel oğlu sayesinde bu esaret sona erdi. Dünyayı yeniden keşfetmek için can atıyordu.
Binalar gördü .Devasa göğe ulaşan binalar. İnsanoğlu Tanrı ‘ya ulaşmak istercesine yükseltmişti yapıları. Gök delinse başka bir dünya çıkardı belki. Hepsi birbirinin aynısıydı bu binaların.İnsanlar da öyleydi. Yüzlerindeki donuk ifadeye kadar birbirlerine benziyorlardı.Bu devasa yapıların bir gece yarısı yerle yeksan olduğunu gördü sonra. Arzın merkezine ulaşmak isterken yerin altında kalan bedenleri gördü. Taş , toprak ,demir ve insan eti. Çığlıklar, ölmeler , yaşama tutunmalar.
Çıplak ayaklı çocuklar gördü Sersem bir ikindi rüzgarının dağıttığı pamuk parçalarını izliyorlardı. Kozalardan dökülen pamuklar kar tanesi gibi rüzgarla dans ediyordu. Kar görmeye hasret çocuklar öyle mutluydular ki. Gerçekten kar yağsa bir gün üşümezdi onların içi.Onlar Akdeniz ‘in çocuklarıydı.
Sonra hep gitti. Şehirler ,sokaklar , insanlar gördü.
Verandası çiçeklerle bezenmiş küçük bir ev. Penceresinden portakallı kurabiye kokusu yayılıyor.Rüzgar çanına eşlik eden çocuk sesleri.Gökyüzünde salına salına süzülen uçurtmalarını seyrediyorlar. Sonra bir silah sesi duyuluyor. Uçurtma çocuğun elinden düşüyor. Savruluyor göğe beyaz kuyruğu ile. Çocuklar seyrediyor giden uçurtmayı. Çocuklar seyrediyor dünyadan göçüp giden annelerini. Üçüncü sayfa haberinde adına geçen anne S.T Boşanmak istediği kocası tarafından öldüren kadın S.T.
Dünyanın tüm sabahları umut taşır Şehirler uyanır , insanlar uyanır. Şehirlerin bir köşesinde sabah olmayan yerler de vardır. Yerin altında hep gecedir.Bakışlar hep karanlıktır kömür karası gibi. Ölüm vardır yeraltında. Kaza, kader dediğimiz türden bir ölüm.Kömüre karışmış kemikler görünmez karanlıkta.
Stockholm ‘da bir çocuk soğuktan donmuş kuşları seviyor. Filistin ‘de bir anne ölmüş çocukları seviyor..Ölü annelerin çıplak ayaklı cesur çocukları var.
Dünyada sergiler oluyor ,moda günleri, galalar oluyor. Dünyada savaşlar oluyor, dünyada savaşlar oluyor. Devletler olanları kınıyor, devletler olanlardan korkuyor.Paris vitrinlerindeki mankenlerin kolları bacakları var , mültecilerin kolları bacakları yok. Devletler endişeli; şehirlerin estetik görünüşü söz konusu. Kolsuz bacaksız elbisesiz olmak ya da Milano ‘da bir elbise olmak.
Anı dondurmaktan nefret ediyordu artık. Kendini öyle bir sıktı ki karanlık odaya varmadan içindeki tüm yaşanmışlıkları boşluğa bıraktı. Siyah bir kan kusar gibi. Film şeritleriyle birlikte yaktı kendini. Küllerinden doğmamak üzere gitti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder